17 Aralık 2010 Cuma

HEYECAN

Sahanın uzmanları heyecanı şöyle tarif etmektedirler: “Heyecan, vücut yapısının tamamen sarsılmış ve alt üst edilmiş hâlidir; insanın bütün varlığında birden duyulur.” Başka bir ifade ile, heyecan, sinir sisteminin, buna bağlı olarak da hayatî uzuvların dengesinin bozulmasıdır.
Heyecanın motor gücü “adrenalin” bezidir. Heyecana sebep olan hadise ortaya çıkar çıkmaz, adrenal salgıları organlara akmaya başlar ve vücudun tepeden tırnağa dengesi bozulur. Heyecan, beklenilmeyen, bilinmeyen, yabancı bir uyarıcıya, yani heyecana sebep olan hadiseye karşı vücudun tepkisidir.
Çocuk, et­rafındaki eşya ve hadiselere dair bilgisi arttıkça onları daha iyi kullanmayı ve idare etmeyi öğrenir. Onlara karşı duyduğu öfke bu hü­nerle beraber azalmaya başlar ve öfkenin yerine hüner geçer.
Çocuk, büyüklerinin tavrı ve davranışı sayesinde, daha bebeklikten kurtulmadan evvel insanların ona en­gel olabileceğini anlar. Onlara aynı zorbalıkla karşı koymaya uğraşır. Böyle davranışın ara sıra etki yaptığını görmekle beraber, çok geçmeden insanların cansız şeyler gibi olmadığını görür. Onlara güve­nilmediğini anlar. Bir gün bir türlü, ertesi günü başka türlü hareket et­tiklerini fark eder. Ana, babasının, kardeşlerinin zayıf noktalarını bulur ve ona göre onları idare etmeyi öğrenir. İnsanlar hakkındaki bilgisi art­tıkça öfkeleneceğine, bu bilgiye göre hareket etmeye kalkışır ve öfke, ye­rini onları idare etme hünerine bırakır. Annesine istediğini yaptırmak için, başına oyuncağını atmaktansa, bir öpücüğün daha çok işe yaradığını gö­rür. Kardeşleriyle pazarlık etmeyi, değiş tokuşu öğrendikçe, yumrukların yerini anlaşmalar alır. Kavgalar biter yerine uzlaşma geçer.
Çocukluğun orta yıllarına doğru, yeni bir engel, onun serbest hareketi önlemeye çalışır. Bu engel vicdanıdır. Çocuk, yapmaması gereken şeyleri yap­tığı zaman içinde bir eziklik duyar, kendi kendine öfkelenir. Kendini cezalandırdığı da olur. Bu aczin önüne geçmenin çaresi olarak da kendine uygun yaşayış felsefesi geliştirir. Ailesinin ondan, gücünün üstünde iş beklemesi de böyle bir felsefenin gelişmesinde etkili olur.
İlkokul yıllarından sonra öfke kaynakları arasına sosyal çevre dahil olur.
Heyecan gelişimini şöyle özetlemek mümkündür: Bebelikte öfke vücut hareketinin önüne geçilmesinin sonucudur. İlk ço­cukluk çağında öfke, oyuncaklarla oynamasının, alışkanlıklara mâni olunmasının; ilgi duyulan bir faaliyetin, bir hareketin, yapılmak istenen bir işin önüne geçilmesin­in sonucunda doğar. Biraz daha ileri yaşlarda bu vücut hareketinin önüne geçilmesinin yanında bazı sosyal durumlar da öfkelenmekte etkili olurlar. Ergenlik yıllarında ise öfkenin başlıca sebebi sosyal durumlardır. Ergen kendisini, utandıran, gülünç vaziyete düşüren, gücendiren, rahatsız eden her­hangi bir hâlin içinde görebilir. Bunun sonucu olarak da bir gergin­lik duyabilir.
Öfkeli İken Verilen Tepkiler
Bebekler kaskatı kesilir; debelenir; avaz avaz bağırır. Onların zihni ve kasları henüz gelişmediği için tepkisini ancak böyle gösterebilir. Okul öncesi yaşlarda bunlara, ağlama, bağırma, tekme atma, vurma, ısırma, tırmalama, tepinme, kendini yere atma, eşyalara zarar verme halleri ilâve olur. Biraz daha büyüyünce “hayır, yapmayacağım işte!” gibi sözlü karşılıklar verir; isimler takar, münakaşalara katılır. Ergenlik yaşlarında ise fiilî tepkiler, yerini sözlü tepkilere bırakır. Yerinde duramamak, odada gezinmek, sokağa fırlamak gibi tavırlar da görülür. Bazen de, kendisini kızdıran kimse ile konuşmamak gibi incelikler gösterir. Bu yaşlarda, erkeklerin ayağını yere vurmak, kızların ağlamak gibi fiilî tepki gösterdiği olur.
Heyecan gerginliğini giderme yaşla ters orantılıdır. Küçüklerin gerginliği daha çabuk geçer.
Gerginlik bastırılmamalı, kaynağı ortada kaldırılarak hemen giderilmelidir. Giderilemeyen gerginliklerde dolambaçlı yollara başvurulduğu olur. Büyüğüne kızan bir çocuk, ona karşılık veremeyeceği için, kardeşi ile dalaşır; öğretmenine kızan, arkadaşını hırpalar. Amirine kızan, iş arkadaşı ile atışır. Öfkesini çıkaracak birisini bulamayınca hırsını, önüne gelen her şeyi tekmelemek, kapıyı çarpmak, tabağı kırmak, masaya vurmak gibi şeylerden alır.
Bozguna uğrayan çocuk doğrudan intikam almak yerine, hiç kimseyi hedef almayan davranışlarda da bulunabilir. Bağırıp çağırmak, kendini yere atmak, hıçkırarak ağlamak gibi… Bu gibi faaliyetlerle, çocuk kendisini gerginlikten kurtarmış olur ve ondan sonra, sanki o, o değilmiş gibi, çatışmaya sebep olan şeylerden büsbütün başka şeylerle neşeli neşeli meşgul olmaya başlar. Heyecan taşkınlıkları, ruhî durumu temizler götürür ve yeni bir heyecan için yer hazırlar. Onun için­dir ki heyecan taşkınlıklarının önüne geçmeye, onu durdurmaya kalkışılmamalıdır. Bu, gerginlikten kurtulmak için iyi bir yol değildir. Can sıkıntı­larını, daha belirmeden evvel önlemek, meydana gelmelerine sebep olma­mak elbetteki her şeyden daha iyidir. Fakat heyecan patlak verdikten sonra yapılacak en iyi şey ondan zararsız bir şekilde kurtulmanın ça­resini aramaktır. Bazı defa çocuklar uğradıkları bozgunluk ve hayâl kırıklığına doğrudan doğruya karşı gelmezler ve ona boyun eğmiş gibi gö­rünürler, fakat öte taraftan sinsi sinsi, sonradan yapacakları şeyin pilanını kurmaya çalışırlar ve birtakım dolambaçlı yollarla gerginliklerini gidermeye koyulurlar. Bu yol, doğrudan açık tepki vermesinden tehlikelidir. Anında tepki çok defa uyumla neticelenir. Açık davranmaktan kaçan ve heyecanını örtbas etmeye kalkışan bir çocuk uzun zaman gerginlikten kurtulamaz. İntikam almayı başaramayan çocuğun heyecanı içinde kalır ki, bu hal daha zararlı sonuçlara gider; kin duymayı öğrenir. Asıl göz önünde tutu­lacak çocuk, heyecan uyarıcılarına hiç bir tepkide bulunmayan çocuktur. Çocuğu susturmakla öfkesinin önüne geçtiğini sanan bir öğretmen veya ana-baba hiçbir şey bilmeyen birisidir. Zira öfke bu gibi yollarla söndürülemez. Ateş küllenebilir, fakat için için yanmaya devam ettikçe en beklenilmeyen bir şekilde ve zamanda yeniden kıvılcımlanıp, alevlenebilir.
Bozgunluk, faydasızlık ve ne yapacağını bilmemek hissi çok fazla derinleşince çocuk umutsuzluğa düşer. Ne yaparsa yapsın işe yarama­yacağı duygusuna kapılır ve bu onu çok korkutur. Kendini kabahatli bulur, küçüldüğünü, aczini, beceriksizliğini hisseder. Karşılaştığı engel­leri ortadan kaldırmak için uğraşmaz olur. Ancak, hiç bir işe yara­mama ve başarısızlık hissi uzun sürmez. Küçüldüğünü hisseden çocuk, bir gün birdenbire silkinip kalkınabilir. Yalnız bu gibi durumlar tekrarla­nacak olursa bunların her birinin bıraktığı iz çocukta yavaş yavaş ne yapsa başarılı olamayacağına bir inanç uyandırabilir. Bunun içindir ki ara sıra kızmasını bilen, kavgacı bir çocuk, akıl sağlığı bakımından, kendi­sini bozgunluğa kolayca kaptırarak ona boyun eğen bir çocuktan çok daha iyidir.
Öfkenin hem süresi, hem ifade edildiği şekil yaştan yaşa değişir demiştik. Okul öğrencisi çocukların % 90'ında öfkenin beş dakika sür­düğü görülmüştür. Yüksek öğretim öğrencilerinde ise bu zamanın – ortalama – on beş daki­ka olduğu bulunmuştu.
Öfke Nöbetlerini Önlemek
Bozguna uğrayan, ne yapacağını bilemeyen bir kim­senin kavga etmesi tabiî bir tepkidir Varılmak istenen ga­yenin yolundaki engelleri ortadan kaldırma ça­bası sağlık bakımından doğru sayılan bir davranıştır. Öfkede hak edilmemiş bir şey yoktur; bir insan öfke duy­makta haklı olabilir. Onun için aileler, öğretmenler bunu, çocuğun hayatından çıkarmayı hiç bir zaman düşünmemelidirler. Fakat alevlenivermek hoş karşılanan bir davranış da değildir ve değiştirilmesi lâzımdır. Heyecanın kendisinde veya onu meydana getiren uyarıcıda değişiklik yapmak müm­kün olmadığına göre yapılacak tek şey tepkiyi yararlı bir şekilde idare etmeye çalışmaktır.
Tepkide değişiklik meydana getirebilmek için atılacak ilk adım, ay­nı heyecanın değişik kimseler için değişik kıymet taşıdığını göz önünde bulundurarak, meselenin bütünlüğünü anlamaya çalışmaktır. Çocuğun biri öfkelenmekten zevk almayı öğrenmiş olabilir; diğer biri öfkesini et­rafındakileri idare etmek, onlara istediğini yaptırabilmek için bir vasıta olarak kullanabilir ve öfkelenmek için en ufak bir şeyi bahane edebilir, bir başkası da öfkesiyle başka bir şeyi örtbas etmeye, gizlemeye, göster­memeye uğraşabilir. Yahut da öfke, çocuğun o dakikada başarmak iste­diği, varmak istediği işe fazla kıymet vermesinden doğabilir. Öfkelenmenin arkasında bunlardan yalnız tek biri veya birkaçı birden bulunabilir. Onun için ana, baba veya öğretmen çare aramaya başlamadan evvel öfkelenmekle çocuğun ne elde etmek istediğini anlamaya çalış­malıdır.
Bir yetişkin, çocuğun heyecanlanmasını, öfkelenmesini birçok yollar­la önleyebilir. Bunlardan en kolay olanı, öfkeye sebep olan şeyi ortadan kaldırmaktır. Meselâ: İki çocuk kavga etmeden beraber oynayamıyorlarsa yapılacak şey onları beraber bulundurmamaktır. Bir baba şakalarında şayet çocuğu öfkelendirinceye kadar ileri giderse, bu­nu yapmaması lâzımdır. Bu şekilde öfkenin sebepleri ortadan kaldırılınca birçok meselenin önüne geçilmiş olur. Çocuğun, elde etmek istediği amacın değiştirilmesi, yahut ilgisinin başka tarafa çekilmesi de öfkenin önlenmesinde denenebilecek yollardandır. Meselâ: Çocuğun elindeki oyuncağı alıp, ondan sonra bunun yarattığı öfkeyi ortadan kaldırmaya çalışmaktansa, evvelâ çocuğun ilgisini başka bir şeye çekmek, ondan sonra elindeki oyun­cağı almak çok daha doğru olur. Zira böylelikle çocuk oyuncağının elin­den alındığının farkında bile olmayacağı için öfkelenmesine sebep kalmaz. Eğer çocuk hiç de fena olmayan bir şeyi, öfkelenerek elde etmeye veya istemeye alışmış ise ona, bu gayeye daha uygun bir yoldan ve öfke­lenmeden nasıl ulaşabileceğini öğretmek lâzımdır. Meselâ: Bağırıp çağır­madan, kıyamet koparmadan annesinin kendisiyle ilgilenmediğini öğren­miş olan bir çocuğun ateş püskürmesini önlemek için öfkeyi başka yola çevirmeye çalışmak yerine çocuğa ilgi göstermek daha doğru olur.

Aşırı heyecan
Yüzünüz kızarıyor, elleriniz titriyor, ne söyleyeceğinizi şaşırıyor musunuz? Aslında insanların aşırı heyecanlanmaları doğaldır. Bu heyecan günlük hayatı olumsuz etkileyecek duruma geliyorsa bu noktada bazı tedbirler alarak heyecanınızı yenebilirsiniz.
Heyecan duygusu kişinin günlük hayatında önemli bir yer tutar. İlk defa araba kullanma, yeni bir işe başlama, tanımadığı fakat onun için önemli olan kişiler arasına katılma vb. kişilik farklılıkları olsa da hemen herkeste belli bir heyecan meydana getirir. Heyecan belli bir ölçüde olduğu takdirde kişinin daha dikkatli olmasına yardımcı olan, yaptığı işten zevk almasını sağlayan bir duygudur. Sosyal alanda başarılı olmuş kişiler, büyük sanatkârlar, diğer insanlardan biraz daha heyecanlı veya ataktır. Her insan aynı derecede heyecana sahip değildir. Bazı insanların diğerlerine göre daha heyecanlı olduğunu davranışlarına bakarak söyleyebiliriz. Bazı kişilerin ise heyecanı dışarıdan belli olmaz. Her iki durumda da heyecan belli ölçüde kişinin yararınadır. Kişi duyarlı ve heyecanlı olmasını bir avantaj olarak görmelidir.
Aşırı Heyecan Hata Yapmaya ve Psikolojik Problemlere Yol Açabilir
Bununla beraber aşırı heyecan kişinin davranışlarını kontrol etmesine engel olarak hata yapmasına sebep olduğundan zararlı olmaktadır. Ayrıca heyecanın normalden fazla olması bazı psikolojik problemlere de yol açmaktadır. Sosyal fobi, asansör, yükseklik fobisi gibi fobiler, panik atak, konuşma bozuklukları ve kekemelik, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu gibi psikolojik rahatsızlıklar, heyecanı kontrol edememe ile yakın ilişkilidir.

İŞTAHSIZLIK

ştah, bir yemeğin zevkle, neşeyle  ve arzu edilerek yenmesidir. Lokmayı uzun süre ağzında çeviren, çiğnemek için zaman kazanmaya çalışan, tabağındaki yemeği bir türlü bitiremeyen bir çocuk karşısında önce aklımıza fiziksel bir rahatsızlığın var olup olmadığı gelmelidir. Örneğin; yüksek ateş, kulak ağrısı, boğaz ağrısı, nefes almayı güçleştiren nezle-grip gibi üst solunum yolları enfeksiyonları gibi bir rahatsızlık çocuğun sofrada nazlanmasına neden olur. Böyle durumlarda doktor kontrolünden geçirilen çocuğa, önerilen biçimde  yiyecek verirken çocuğun isteklerini de dikkate almak en uygun yoldur. Hastalık sırasında çocuğu yemek yemeye zorlamanın hiçbir yararı yoktur. İştahla ilgili olarak ebeveynlerin bilmeleri gereken en önemli şey çocukların bireysel farklılıklar gösterdikleridir. Bu nedenle de başka çocuklara bakarak, onların yemek yeme davranışı ile kendi çocuğunuzun  yemek yemesini kıyaslamak, çocuğunuzun daha az yediğini düşünmenize neden olabilir.
Neler Yapılabilir?
Bazı çocukların iştahlı bazı çocukların iştahsız olmaları pek çok nedene bağlı olabilir. Çocuğu iştahlı ya da iştahsız yapan faktörlerin başında onların iç dünyalarında yaşadıkları büyük önem taşır. Çocuğun bilinçaltına yerleşmiş bir endişe, üzüntü, nefret veya kıskançlık gibi bir duygu onun iştahını kesebilir. Bu nedenle iştahsız bir çocuk için öncelikle organik bir rahatsızlığının olup olmadığı araştırılırken diğer yandan ruhsal çatışmalarının olup olmadığı, duygusal bir sorunun bulunup bulunmadığı da araştırılmalıdır. Bu arada çocukların iyi gıda alamadıkları için problemli olabileceklerinin yanısıra problemli oldukları için de iştahsız olabilecekleri düşünülmelidir.
İştah açıcı bitkiler
* Adaçayı yapraklarından elde edilen toz iştahsızlığı önler.
* Anason tohumlarının yenmesi iştahı artırır.
* Anason tohumlarından elde edilen anason yağı iştah açıcıdır, harareti söndürür.
* Andız otu iştah açar.
* Biber ve enginar, iştahsızlığa karşı etkilidir.
* Ceviz yapraklarından yapılan çay iştahı açar, mideyi kuvvetlendirir.
* Güvercin kökü iştah açıcıdır.
* Kantaron iştahı açar, hazımsızlıkları giderir.
* Karabiber iştahsızlığa karşı son derece etkilidir. Ayrıca hazmı kolaylaştırır.
* Kavun, kereviz, kimyon, maydanoz ve melisa otu iştah açıcı özelliğe sahiptir.
* Kırmızı yaban mersini meyvelerinden yapılan komposto iştahı açar, vücut kırgınlığını giderir.
* Kişniş iştah açar. Taze kişniş meyvesinin ve otunun kötü bir kokusu vardır. Kurutulduktan sonra bu koku
kaybolur. 3 gram kurutulmuş kişniş ve kişniş çekirdeği 1/4 litre kaynar suya bırakılır. 10 dakika bekletilerek içilirse iştah açar.
* Lavanta çiçeği iştah açar. Bir kesme şekerinin üzerine beş damla lavanta yağı damlatılarak yenildiğinde iştahı açar.
Hazmı kolaylaştırır.
* Nohut kilo aldırır.
* Soğan iştah acıcı özelliğe sahiptir.

KABIZLIK

Kabızlık birçok nedeni olabilecek bir belirtidir.Az miktarda,sert kıvamda,seyrek ve güç dışkılama olarak algılanabilir.Dışkılamada güçlük,dışkılama sonrası boşalmamışlık duygusu gibi normal süre ve kıvamda dışkılama olmasına rağmen bazı hastalar tarafından yanlışlıkla kabızlık olarak değerlendirilip kendince , bilinçsizce tedaviye başlayan bir çok kişi vardır.Bu şekilde yanlış tedavi ile sonradan ciddi sorunlar doğabilir.
Kabızlık bir belirtidir,hastalık değildir.Ancak bu belirtiye yol açan çok sayıda organik hastalık olduğu unutulmamalıdır.
Kabızlıkta dışkının niteliği sert olmasıdır.Diğer niteliği dışkılama miktarıdır.Toplumlara,bireylere ve yiyeceklere bağlı olarak değişmekle birlikte;haftada 3 ve daha az dışkılama sert ve zor dışkılama ile birlikte alındığında kabızlık olarak değerlendirilebilir
Nedenleri
Doğuştan olma bozukluklar,kültürel,psikolojik,çevresel faktörler,dışkılama ihtiyacının uygun koşullar olmadığı için baskılanması barsakta gaitanın ilerlemesini zorlaştıran hastalıklar,yaşlılarda uygun dışkılama pozisyonunu engelleyen bozukluklar,eklem sorunları,parkinson hastalığı gibi bazı nörolojik hastalıklar,hareket azlığı kabızlık nedeni olabilir.Kullanılan bazı ilaçlar da ,kabızlık nedeni olabilir.
Bu saydığımız nedenler dışında ülkemizde ve batı dünyasında en sık kabızlık nedeni; barsak sağlığı yönünden yanlış beslenme sonucunda gelişen kabızlıktan kurtulmak için alınan ve bir müddet sonra alışkanlık yapan bir çok kabızlık ilaçlarının yanlış ve uygunsuz kullanımıdır.
Lifli Gıdalar ve Kabızlık
Kişinin normal alışkanlığından farklı olarak haftada 2’den az sayıda sert ve zor dışkılama yapması kabızlık olarak tanımlanabilir. Bunun bir yıldan fazla sürmesi ise kronik kabızlık olarak adlandırılır. Bununla beraber bir yıldan uzun süren haftada iki defadan az dışkılama yapılması ve her dört dışkılamadan birinde yetersiz boşalma hissi olması, her dört dışkılamadan birinde dışkının keçi pisliği gibi sert ve küçük olması ve dışkılama süresinin dörtte birinden fazla zorlu ıkınma yapmanın gerekliliği de bir diğer kabızlık tanımıdır.
Dikkat edilirse bu ifadeler bir hastalıktan ziyade kişinin ifade ettiği bir şikayeti tanımlamaktadır. Kabızlığın bir şikayet olmasına karşın, kabızlığı ortaya çıkaran hastalıklar da vardır. Bazıları ise barsak tıkanması gibi ciddi ve acil tedavi gerektirebilir.  Kronik kabızlık çeken hastalar şikayetlerine az çok alışmış durumdadırlar ve hatta kendileri için bazı değişik tedavi yöntemleri geliştirmişlerdir. Kayısı ve erik gibi meyve tüketimini artırma, sabahları aç karına zeytinyağı içme ve çok zorda kalınca sinemaki çayı içme gibi uygulamalar halk arasında çok yaygındır.
Aç karına zeytinyağı içmek ve uzun süre ve sık olarak sinemaki çayı kullanmak kabız hasta için  uygun değildir, zira her seferinde kullandığı miktarı artırmak zorunda kalır. Bununla beraber kayısı, erik meyveler ve sebze gibi diğer lifli gıdaların alınımı her zaman önerilecek bir uygulamadır. Fazla miktarda lif ihtiva eden bu gıdalar büyük abdestin yumuşak kıvamda olmasını ve barsaktan hızlı geçişini sağlar ve dışkılamayı kolaylaştırır.
Halk arasında barsak tembelliği olarak tanımlanan, büyük abdest içeriğinin kalın barsaktan geçiş süresinin uzadığı durumlarda lifli besinleri daha çok tüketmek kabızlık şikayetlerinin azalmasına neden olabilir. Bunun yanı sıra tedaviyi etkileyen diğer tıbbi yöntemlerin uygulanması gerekir. Fazla sıvı almak, hareketliği artırmak veya ekzersiz yapmak, kabızlığa neden olan ilaçları değiştirmek, stres faktörünü azaltmak bunlardan bazılarıdır.
Sindirilemeyen lifli gıdalar kalın bağırsağa kadar ulaşır ve burada bakteriler tarafından kısmen parçalanarak insan için faydalı besinler haline dönüştürülebilir. Parçalamayan diğer lifler ise büyük abdest içeriği olarak yoluna devam eder. Bunlar bünyesinde su tutar ve kitle oluşturur, daha fazla hacım kaplar ve büyük abdestin sulu kalmasını sağlayarak kolaylıkla makata doğru ilerlemesini sağlar. Böylece besin artıklarının bağırsakta kalma süresi azalır ve sertleşmesi engellenir. Bir yetişkin insanın gıda içeriği olarak bir günde ortalama 30-40 gram lif alması gerekmektedir. Lif denilen organik moleküller genellikle bitkilerin sert olan kısımlarında bulunur ve bitkilerin yapı taşlarını oluşturur. Patatesin kabuğu ve elmanın çekirdek yuvası bu lifler için iyi bir örnektir.
Pratik Öneriler
Sabahleyin aç karna birkaç adet kuru kayısı ,kuru incir veya kuru erik üzerine 2 bardak su içildikten sonra yapılacak bol bir kahvaltı sonrası tuvalet ihtiyacı olsun ya da olamsın tuvalete gidip 10-20 dk oturulmalıdır.Bu şekilde sağlanabilinicek bağırsak alışkanlığı uzun süreli rahatlatıcı olacaktır.Birey hergün sabahları bu dışkılama girişimine zaman ayırılmalıdır.Bu dışkılama eğitiminde gençlerde daha iyi neticeler alınmaktadır.Ozmotik dışkılatıcılar (Magnezyum tuzları sodyum fosfat,laktiloz bu gruptandır)emniyetle uzun süre kullanılabilir.Barsak hareketlerini uyarak dışkılama meydana getirenler piyasada birçok tablet ya da draje şeklinde hazır olarak bol miktarda tüketilmektedir.Elektronik bozuklukları,kemik erimesi ,protein kaybı ve bağımlılık yapabilirler.Bazıları uzun süre kullanıldıklarıda barsak mukozasında pigment birikimine neden olarak melanosis koli adı verilen oluşuma yol açabilirler.Özellikle barsak hareketlerini arttıracak etki gösteren dışkılatıcılar barsak duvarı içerisindeki sinirlerin harabiyetine yol açar.Arkasından kolay kolay düzelmeyen şiddetli kabızlık meydana gelmektedir.
Hamilelikte Kabızlık
Hamilelik sırasında kadınların en sık yakındığı konuların başında gelenlerden birisi de kabızlık yani konstipasyondur. Bu durumun temel nedeni hamilelik sırasında salgılanan progesteron hormonunun düz kaslar üzerinde yarattığı etkidir. Düz kaslar vücudumuzda kendi kontrolümüz dışında çalışan kaslardır ve bu nedenle istemsiz kaslar olarak da adlandırılırlar. Mide, barsaklar, idrarı böbreklerden mesaneye taşıyan üreterler istemsiz yani düz kaslara örnek olarak gösterilebilir.
Progesteron hormonu vücuttaki hemen hemen tüm düz kaslarda yavaşlamaya neden olur. Bu nedenle barsaklarınız içindeki besin artıkları hamilelik öncesi dönemde olduğu kadar hzılı ilerleyemez. Bu durumun doğal sonucu da kabızlıktır.
Öte yandan hamilelik ilerleyip rahim büyüdükçe barsaklar üzerinde yarattığı baskı da başka bir konstipasyon etkeni olabilir.
Kabızlığa yol açan etkenleriden bir diğeri de beslenme alışkanlığıdır. yeteri kadar lif ve sıvı alınmaması dışkının sertleşmesine neden olur.
Hamilelik sırasında kullanılan demir ilaçları da kabızlığa neden olabilirler.
Kabzılık hamilelik sırasında herhangi bir dönemde ortaya çıkabilir. Dönem dönem azalıp artış gösterebilir.
Önlemler
Hamilelik sırasında konstipasyon yakınmasını en aza indirmek için bazı önlemler alınabilir. Bunlardan en önemlisi bol miktarda lif yani fiber tüketmektir. Bol miktarda meyve ve sebze yemek soruna yardımcı olacaktır.
Bir diğer önlem de yeterli miktarda sıvı almaktır. Hamile bir kadın günde en az 8-10 bardak su içmelidir.
Düzenli egzersiz yapan kadınlarda da kabızlık sorununa dah az rastlanmaktadır.
Tüm bu önlemler işe yaramadığı taktirde doktorunuz dışkıyı yumuşatacak ve gebelik sırasında kullanımı güvenli olan ilaçlar önerebilir.
BAĞIRSAK GAZI
Bağırsak gazı-Flatulans, havanın veya gazın bağırsaklardan rektuma kadar uzanan geçiş yoludur. Buradaki hava veya gaza flatus denir.
Biraz flatulans olması oldukça normaldir. Bir insan günde ortalama 8 ile 20 defa arasında gaz çıkartır. Flatulans, genellikle gaz kötü koktuğunda, veya çok sık olduğunda veya uygunsuz zamanlarda problem oluyor.
Nedenleri
Mide-bağırsak gazı insanlar için farklı anlamlar taşır. Bazı hastalar yemeklerden sonra aşırı şişkinlik şeklinde gazı tanımlarken, kimisi geğirme veya rektumdan (bağırsaklar yolu ile) fazlaca gaz dışarı atmaktan yakınırlar yada aynı anda bunların her biri bulunabilir. Bu şikayetlerle baş etmek için mide-bağırsak sisteminin normalde nasıl çalıştığını bilmek gereklidir: Her seferinde bir gıda, hatta ağızdaki tükürük yutulduğunda birlikte bir miktar da hava yutularak mideye ulaşmaktadır. Gıdalar midede daha küçük parçalara ayrılırlar ve midenin boşalması ile ince bağırsaklara geçerler. Mide boşalma zamanı 2-4 saat kadardır. İnce bağırsaklar küçük kasılma hareketleri ile bu gıda parçalarını aşağıya doğru taşırlar. Burada yiyeceklerin içindeki kaloriler, mineraller ve vitaminler kana geçerler. Sindirilmeyen sıvı ve gıda artıkları ise kalın bağırsaklara (Kolon) ulaşır, burada sıvı artıklar içindeki su kısmının büyük bölümü yeniden emilerek kana verilir ve kalan kısım ise dışkıyı oluşturur. Bu işlemler sırasındaki her hangi bir bölümde gazın oluşması söz konusu olabilir. Aşağıdaki basit diyet ve yaşam tarzı değişikliklerini uygulamak mide bağırsak sisteminde gaz oluşumunu ve buna bağlı sıkıntıları azaltacaktır.
Yerken ve içerken hava yutarsınız. Sinirli olduğunuzda da fark etmeden hava yutabilirsiniz. Bu hava, sindirim sisteminizin alt kısmına doğru gaz oluşmak üzere ilerler. Ancak gaz, en aşağı bağırsak segmentinizde, ince bağırsağınızda sindirilmemiş karbonhidratları kalın bağırsağınızdaki bakteriler fermente etmeye başladıklarında oluşmaktadır. Ne yazık ki meyve, sebze, taneli hububat ve baklagiller (fasulye ve bezelyeler) gibi sağlıklı besinler çoğu zaman en fazla rahatsızlık veren besinlerdir.
Nedeni, bu besinlerin çok fazla lif içermesidir. Lifin sindirim kanalınızı iyi çalıştırmak, kan şekerini ve kolesterolü düzenlemek, kalp krizine ve diğer kalp problemlerine engel olmak gibi birçok yararları mevcuttur, ancak gaz oluşumuna da katkıda bulunurlar. Örneğin, Metamucil ve Fiberall gibi psilyum içeren lifli katkı maddeleri, özellikle gıdalarınıza çok hızlı bir biçimde ilave edilirse, kolaylıkla böyle sorunlara neden olabilmektedir.
Mide üşütmesi veya gıda zehirlenmesinde olduğu gibi bazı akut hastalıklarda, aşırı gaz meydana gelebilir. Divertikülit, IBS veya ülseratif kolit ya da Crohn hastalığı gibi enflamatuar bağırsak hastalığının olduğu daha ciddi kronik durumlardaki bir kaç belirtiden biri de gaz olabilmektedir.
Antibiyotik kullanımı, bağırsaklarınızdaki normal bakteri florasını bozduğundan gaz oluşumunda bir rol oynayabilir. Laksatiflerin aşırı kullanımı veya kabızlık yapıcı ilaçlar da soruna katkıda bulunabilir.
Gaz ve şişkinlik, esasen sütlü gıdaları yedikten sonra meydana geliyorsa, vücudunuz süt ürünlerindeki şekeri (laktoz) yakamamaktadır. İnsanların çoğu, 6 yaşından sonra laktozu yeteri kadar işleyememektedir ve bazı yeni doğan bebeklerde bile laktoza karşı aşırı duyarlılık söz konusudur. Özellikle, buğdayda ve bazı diğer hububatlarda bulunan glutende olduğu gibi diğer gıdalara aşırı duyarlılık da gaz, diyare ve hatta kilo kaybına da neden olabilir.
Sisteminizin bazı şekersiz gıdalar, sakızlar ve şekerlerde bulunan sorbitol ve mannitol gibi suni tatlandırıcıları tolere edememesi de mümkündür.
Aslında sağlıklı insanların yarısından fazlasında, bu tatlandırıcıları kullandıklarında gaz ve diyare meydana gelmektedir.
Bağırsak gazına ya da kabızlık veya diyareye neden olan her şey gaz sancılarına da neden olabilir. Keskin ve batıcı olarak hissedilen bu ağrılar genellikle, bağırsaklarınızda gaz biriktiği ve bunları dışarı çıkaramadığınız zaman meydana gelmektedir. Gaz ağrıları genellikle şiddetli olup kısa sürelidir. Gaz ortadan kalktığında, ağrınız da çoğu zaman kaybolur.
 
Aşağıdaki önerilerden bir veya daha fazlası aşırı gaza engel olabilir:
• Size en çok dokunan yiyecekleri belirlemeye ve bunlardan kaçınmaya özen gösterin. Birçok insan için rahatsız edici besinler arasında fasulye, bezelye, mercimek, lahana, turp, soğan, brokoli, brüksel lahanası, karnabahar, lahana turşusu, kayısı, muz, erik ve erik suyu, üzüm, tam tahıllı buğday ekmeği, kepekli tahıllar veya kekler, gevrek halkalar, acılı yemekler, bira, soda, maden suyu gibi diğer karbonatlı içecekler, süt, krema, dondurma ve buzlu süt bulunmaktadır.
• Yağlı yiyecekleri ve kızartmaları azaltmaya çalışın. Çoğu zaman şişkinlik, yağlı yiyecekler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Yağ, midenin boşalmasını geciktirmekte ve dolgunluk hissini arttırmaktadır.
• Bir süre, lif yönünden zengin gıdaları azaltın. Haftalar sonra, yiyeceklerinize yavaş yavaş bunları eklemeye başlayın. Lif desteği için bir şey kullanıyorsanız, ilk başladığınız miktara dönmeye ve dozu yavaş yavaş arttırmaya çalışın. Lifli katkılar alıyorsanız, her gün en az 8 ila10 bardak arasında su içtiğinizden emin olun.
• Süt ürünlerinin kullanımını azaltın. Süt yerine, düşük laktoz içeren yoğurt gibi gıdaları deneyin. Laktozun sindirilmesine yardımcı olan Lactaid veya Dairy Ease gibi ürünleri de kullanabilirsiniz. Bir seferde süt ürünlerinden az miktarda kullanmak veya diğer yiyeceklerle birlikte tüketmek sindirimlerini kolaylaştırabilmektedir. Ancak bazı durumlarda, süt ürünlerini tamamen kesmeniz gerekebilir.
• Reçeteye tabi olmayan sindirim ilaçlarını deneyin. Ürettiği gazı azaltmak amacıyla liften zengin gıdalara, Beano gibi ürünleri ilave edin. Beano’ nun etkili olması için yemeğinizin ilk lokması ile birlikte almanız gerekmektedir; en iyi sonucu, bağırsaklarınızda hiç gaz olmadığı zaman vermektedir.
• Daha ufak öğünler yiyin. İki veya üç büyük öğün yerine, gün içinde sık sık ama daha ufak porsiyonlarda yemek yiyin.
• Yavaş yiyin, yemeğinizi iyice çiğneyin ve yutmayın. Yavaşlamakta güçlük çekiyorsanız, her lokmadan sonra çatalınızı masaya bırakın.
• Endişeli ve telaşlıysanız ya da aceleniz varsa yemek yemeyin. Daha rahat zamanlarda yemek yemeğe çalışın. Stresli iken yemek yemek sindirimi etkilemektedir.
• Asidofil kapsülleri veya likitlerini kullanın. Eğer belirtileriniz antibiyotik kullanımına bağlı ise, asidofil kapsülleri veya sıvısı sizin için yararlı olabilir. Bu destek tedavileri, antibiyotiklerin tahrip ettiği yararlı bağırsak bakterilerinin geri getirilmesinde yardımcı olabilir. Doğal gıda ürünlerini satan dükkânlarda ve bazı eczane ya da bakkallarda bunları bulabilirsiniz.
• Bir bardak nane çayı içmeyi deneyin. Nane yağının içinde bulunan mentolün, sindirim kanalınızdaki düz adale kaslarında spazm çözücü etkisi olabilir. Ilık bir nane çayı içmenin gaz ve spazm çözücü etkisi ile rahatlama sağlayabildiğini görebilirsiniz. Diğer yandan nane, mide ekşimesi ve asit geri kaçışında size faydalı olabilir.
d

KANSIZLIK

Kansızlık Nedir
Anemi, bir çeşit kan hastalığıdır.
Kanda normalden daha az alyuvar KKH- kırmızı kan hücresi bulunması
Kanda normalden daha az hemoglobin bulunması alyuvarın oksijen taşıyan bölümüne hemoglobin denir.
durumlarına anemi ismi verilir.
Yeterli sayıda alyuvar olmadığında ya da çok az hemoglobin olduğunda
kan, vücudun tüm bölümlerine yeterince oksijen taşıyamaz.
Aneminin birçok farklı çeşidi vardır
Demir eksikliği anemisi
Hemolitik anemi
Vitamin B-12 eksikliği anemisi
Folik asit eksikliği anemisi
Alyuvarlardaki kalıtsal anormalliklerden kaynaklanan anemi örneğin orak hücreli anemi ve talasemi)
Romatoid artrit gibi kronik hastalıklardan kaynaklanan anemi
Kan, içerdiği hücreler ve maddelerle kalpten tüm organlara pompalanan ve organların oksijen ve besin maddesi ihtiyaçlarını karşılayan bir sıvıdır. Düzenli olarak aldığımız sıvı ve besin maddeleri kana geçerek organlara dağıtılır. Soluduğumuz havada bulunan oksijen akciğerlerden kana geçerek kalbe buradan da organlara ulaştırılır. Kanda oksijen taşıyan hücrelere alyuvarlar adı verilir ve bu hücreler en iyi şekilde işleyebilmeleri için düzenli olarak üretilmelidirler. Yaşlanan hücreler dalak tarafından devre dışı bırakılır ve kemik iliğinde yeni hücreler üretilerek kana verilir. Alyuvarların oksijen taşıyabilmeleri için hücrelerin içinde hemoglobin adı verilen proteine bağlı demir adı verilen bir madde bulunur. Esasen doğada bir metal olarak bulunan bu madde vücutta üretilemediğinden besinlerle alınması zorunlu bir maddedir.
Besinlerle alınan demir sindirim sisteminden kana geçtiğinde bazı taşıyıcılar tarafından alınır ve alyuvarların yapım yeri olan kemik iliğine götürülür. İhtiyaç fazlası ise çeşitli organlarda depolanır. Günlük ihtiyaç besinlerle karşılanamadığında bu depolardan faydalanılır.
Demir depoları sonsuz bir kaynak değildir.
Günlük alım yetersiz olduğunda veya ihtiyaç fazla olduğunda depolar tükenir ve alyuvarların üretimi aksamaya başlar.
Üretim aksaması ilk başlarda vücudun alığı çeşitli önlemlerle giderilmeye çalışılır.
Önlemler yetersiz kaldığında "kansızlık" yani demir eksikliğine bağlı olarak alyuvarların yetersiz üretilmesinden kaynaklanan durum vücutta çeşitli belirtiler vermeye başlar.
Demir Eksikliğine Bağlı Kansızlık Ne Gibi Belirtiler Verir
Cildin sağlıklı rengini veren cilt altında bulunan kılcal damarlardır. Kansızlık durumunda cilt rengi kansızlığın şiddetiyle orantılı olarak soluklaşır.
Kan hacmi azaldığında kalp organlara yeterli kanı ulaştırabilmek için daha fazla devir yapmak zorundadır.
Bu nedenle kansızlık durumunda nabız daha hızlı atar, kalbin bu aşırı çalışması arada sırada düzensiz atmasına yani çarpıntıların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Kalp bu aşırı aktivite esnasında "yorulmaktadır". Bu aşırı aktivite ileri durumlarda kalbin büyümesine ve çok ileri durumlarda yetersiz kalmasına neden olabilir.
Kalbin yaptığı daha fazla devir, akciğerlerin de gerektiğinden daha fazla çalışmasına neden olur.
Bu nedenle kansızlık durumunda nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
Her ne kadar kalp ve akciğerler dokunun ihtiyacını karşılamak için normalden fazla yorulsalar da vücudun oksijen ihtiyacı çok iyi bir şekilde karşılanamamaktadır. Bunun sonucu olarak kansızlığı olan kişilerde halsizlik, güçsüzlük gibi belirtilere sık rastlanır.
Vücut ısısının kontrolünde kanın işlevleri son derece önemlidir. Kanı az olan kişiler bu nedenle daha çok üşürler.
Yukarıdaki belirtilerin dışında demir eksikliği olan kişilerde görülebilen diğer belirtiler arasında en önemlileri ağız kenarında oluşan çatlaklar, tırnakların kolay kırılması sayılabilir.
Aneminin birçok farklı çeşidi vardır
Demir eksikliği anemisi
Hemolitik anemi
Vitamin B-12 eksikliği anemisi
Folik asit eksikliği anemisi
Alyuvarlardaki kalıtsal anormalliklerden kaynaklanan anemi örneğin orak hücreli anemi ve talasemi)
Romatoid artrit gibi kronik hastalıklardan kaynaklanan anemi
Farklı Anemi Türleri Nasıl Oluşur
Demir eksikliği anemisi
En çok görülen bu anemi türü, kanda yeterince demir olmamasından kaynaklanır.
Demir, tüm vücut hücreleri için önemli bir mineraldir.
Özellikle kan hücreleri için değerlidir çünkü hemoglobin yapmak için demire ihtiyaç vardır.
Demir eksikliği anemisi, diyetinizdeki yetersiz demirden ya da kan kaybından kaynaklanır.
Hemolitik anemi
Bu tür anemi kırmızı kan hücreleri enfeksiyon, ilaç, yada kalıtım nedeniyle yok edildiğinde
ya da zarar gördüğünde ortaya çıkar.
Vitamin B-12 kobalamin eksikliği anemisi
Bu tip anemi, mide ya da bağırsakta B-12 emiliminde sorun yaşandığında meydana gelir.
Örneğin bir bağışıklık sistemi bozukluğu olan pernisyöz anemi, bağırsak bölümündeki normal vitamin emilimini engeller.
Mide ya da bağırsak rahatsızlıkları, bazı ilaçlar ve kalıtsal bozukluklar B-12 vitamini yetersizliğine neden olur.
Bazı vejeteryanlar yedikleri yemeklerden yeterli miktarda B-12 vitamini alamayabilirler.
Vitamin B-12 eksikliği, anemiye sebep olmasının yanında, sinir sistemini de
etkileyerek uyuşukluğa, karıncalanmaya, denge problemlerine, depresyona ve hafıza problemlerine neden olabilir.
Folik asit eksikliği anemisi
Diyetteki folik asit eksikliği nedeniyle ortaya çıkan bu anemi türü, B-12 eksikliği anemisine benzer
fakat belirli sinirlere zarar vermez. Ancak depresyona neden olabilir.
Bir kadının, hamileliği başladığında ya da hamileliğinin erken döneminde yetersiz
folik asit alması, doğum defektlerine neden olabilir. Bu tip anemi aşağıdaki kişilerde yaygındır
Hamile kadınlar
Bağırsaklarındaki problemler nedeniyle yiyeceklerden besin almakta zorluk çekenler
Her gün düzenli olarak ilaç alanlar, doğum kontrol ilacı alanlar
Genellikle yetersiz beslenme problemi yaşayan alkolikler
Kalıtsal problemli alyuvarların neden olduğu anemi
Alyuvarlarda problem olmasından kaynaklanan, en çok rastlanan kalıtsal problemler
orak hücreli anemi ve talasemidir (Akdeniz anemisi
Orak hücreli anemi, orak şekilli kan hücrelerinin oluşmasına neden olan kalıtsal bir hastalıktır.
Orak hücre hastalığı Afrikalılar, Afro-Amerikanlar, Akdenizliler İtalyanlar ya da, Yunanlılar
Ortadoğulular, Doğu Hindistanlılar, Karayip, Orta ve Güney Amerikalılar arasında yaygındır.
Anormal alyuvarlar, dolaşım sistemine geçerken zarar görür ya da yok edilir.
Anemi birçok belirtiye yol açar. Orak hücre krizi denen duruma neden olabilir.
Bu krizler, yükseklik ya da basınç değişiklikleri, az oksijen durumlarında veya bazı hastalıklar olduğunda ortaya çıkar.
Orak hücre krizlerinde kırmızı kan hücreleri daha da deforme olur ve kılcal damarları tıkayarak
ciddi ve uzun süreli ağrılara ve başka komplikasyonlara neden olur.
Talasemiler, anormal hemoglobinden kaynaklanan kalıtsal anemilere denir.
Anormal hemoglobin, anormal kırmızı kan hücrelerine ve düşük hemoglobin seviyesine neden olur.
Talasemi genellikle Akdeniz bölgesindekileri etkiler ancak bazı tipleri
Afrika, Asya, Hindistan ve Güney Pasifikliler’de görülür. Talasemilerin çoğu hafiftir ancak
bazıları, çocuklarda hayati tehlikeye neden olabilecek hastalıklara yol açar.

Anemiye Neden Olan Kronik Hastalıklar
Anemiye neden olan bazı kronik hastalıklar şunlardır
Kanser
Romatoid artrit
Sürekli enfeksiyonlar
Böbrek hastalığı
Semptomları Nelerdir?
Hafif anemiler genellikle belirti göstermez.
Daha ciddi anemilerin belirtileri şunlardır
Zayıflık
Yorgunluk
Deri, diş etleri, soluk tırnak etleri.
Diğer ciddi anemi belirtileri şunlardır:
Ayağa kalkmak gibi duruş pozisyonunuzu değiştiren hareketler yaptığınızda meydana gelen sersemlik hissi.
Hızlı kalp çarpması
Nefes darlığı
Baygınlık geçirme
Göğüs ağrısı
Sarılık sarı cilt ve gözler hemolitik aneminin belirtisi olabilir. 
Nasıl Korunabilirim ?
Anemiden korunmanın yolu hastalığın sebebine göre değişir.
Eğer aneminin sebebi diyetinizdeki besin yetersizliğiyse, az aldığınız besin maddesinden
daha fazla almanız hastalığın tekrar nüksetmesini önler.
B-12 yetersizliği anemisinin komplikasyonlarının tekrar etmesini önlemek için, doktorunuzun
B-12 vitamini enjeksiyon tedavisi tavsiyelerine uyun.
Eğer orak hücreli anemi hastalığınız varsa, sıcak havalarda, egzersizler sırasında ya da
hastalandığınızda susuz (dehidrasyon) kalmayın.
Dehidrasyon orak hücre krizini tetikler.Kalıtsal anemisi olan aileler için genetik inceleme önemlidir.
İleri derecede demir eksikliğinde toprak, buz, kireç, nişasta gibi maddeler yenebilmektedir.

KARACİĞER BÜYÜMESİ

Hepatomegali , hepatosplenomegali
Tanım: Karaciğerin büyümesidir ( hepatosplenomegali ise karaciğer ve dalağın her ikisinin büyümesidir ). Doktorunuza başvurun çoğunlukla doktor tarafından tanınır , kişi bu belirtinin farkında olabilir veya olmayabilir
Nedir
Karaciğer normalde ele gelmez. Genel olarak enfeksiyonlar ( viral ve bakteryel ) , parazitler , tümörler , anemiler , toksik durumlar , depo hastalıkları , kalp yetmezliği , konjenital kalp hastalığı ve metabolik bozukluklar karaciğer büyümesine neden olabilirler.
Sık rastlanan nedenleri alkolizm hepatit A hepatit B konjestif kalp yetmezliği lösemi nöroblastom Reye sendromu karaciğer kanseri Niemann-Pick hastalığı herediter fruktoz entoleransı tümör metastazları glikojen depo hastalığı primer bilyer siroz sarkoidoz sklerozan kolanjit hemolitik üremik sendrom
NOT : Karaciğer büyümesinin başka sebepleri de vardır. Bu liste hepsini içermemektedir. Sebepler hem kişinin yaşı , cinsiyeti hem de belirtinin özelliği , zamanı , kötüleştiren faktörler , iyileştiren faktörler ve beraberindeki şikayetler gibi spesifik karakterleriyle değişiklik gösterebilir.
Tıp dilinde hepatosteatoz diye anılan karaciğer yağlanması karaciğer hücrelerinde aşırı yağ birikmesi anlamına gelir. Karaciğer yağlanmasının pek çok nedeni ve nedene bağlı pek çok sınıflaması vardır. Ancak kolay anlaşılabilir olması açısından şöyle bir gruplama yapabiliriz:         
Alkole bağlı karaciğer yağlanması·      Hastalıklara ve ilaçlara bağlı karaciğer yağlanması·       Beslenme ve yaşam şekline bağlı gelişen karaciğer yağlanmaları Alkole bağlı karaciğer yağlanması sirozla sonuçlanabilen ciddi bir sağlık sorununun ilk devresidir. Bu nedenle de çok önemsenmelidir. Hastalıklar denildiği zaman Hepatit A, B, C hastalığı, Karaciğer kanseri, Karaciğerde demir depolanması (hemokromatoz), Karaciğerde bakır depolanması (Wilson hastalığı), Diyabet hastalığı, Metabolik sendrom… gibi.
Bu hastalıklarda görülen karaciğer yağlanmasının tedavisi ancak hastalığın tedavisi ile mümkündür.  İlaçlar ise başlıca tetrasiklin grubu antibiyotikler, parasetamol, kortizon… Eğer her ilaç doktor kontrolünde kullanılırsa eminim ilaca bağlı karaciğer yağlanmasının görülme sıklığı çok azalacaktır. 
Ve son olarak günümüzde en sık karşılaştığımız alkol, hastalık ve ilaçlara bağlı olmayan karaciğer yağlanmasındaki patlamanın nedeni, aşırı kalori tüketimi, yanlış ve dengesiz beslenme, yağ ve karbonhidrat tüketimindeki artış, rafine ürünler, doğal olmayan besinler ve tabii ki hareketsiz, sporsuz yaşam. Sonuç şişmanlık!!! Şişmanlıkla beraber cilt altı yağ dokusu ve daha tehlikeli organ çevresi yağ dokusu gelişiyor. Bunlar olurken vücudumuzun metabolizma fabrikası olan karaciğerin de yağ biriktirmesi kaçınılmaz oluyor.
Yağ önce karaciğer hücrelerinin içinde birikirken zamanla birikim artınca karaciğerin büyümesi ile karşımıza çıkıyor. Karaciğer yağlanmasının başka bir hastalığın sonucu oluşmadıkça tek başına çok fazla endişe verecek bir durum değildir. Çok çabuk düzelebilir. Ancak ayni zamanda başka hastalıklarla beraber görülebileceğinden, karaciğer yağlanması olan kişilerde bu hastalıklar mutlaka araştırılmalıdır ve sonuca göre tedaviye başlanmalıdır.
Karaciğer yağlanması tanısı; muayenede ele gelen karaciğer (her zaman değil), kanda yükselen karaciğer enzim değerleri [AST(SGOT), ALT (SGPT)] ve ultrasonografi ile belirlenen karaciğer yağlanması ve büyümesi ile konulur. Tomografi ve MR gibi ileri görüntüleme araçlarına ihtiyaç genelikle duyulmaz. Kesin tanı için en iyi test karaciğer biyopsisidir.  
Karaciğer yağlanmasında neler yapalım Alkolle ilişkisiz karaciğer yağlanmasının, siroz, karaciğer kanseri, karaciğerin depo ve immün hastalıkları ve benzeri ciddi nedenler elendikten sonra sonuçları tehlikeli olmayan bir sağlık olduğunu belirtmiştik.  Ancak karaciğer yağlanmasının herhangi bir özel tedavi şekli yoktur. Yapılabilecek en iyi şey özellikle beslenme seklini değiştirmektir. Hayvansal yağlar karaciğer için oldukça zararlıdır.
Hayvansal yağlardan, sakatat, yağlı et, tavuk derisi ve butu, yumurta.. gibi kolesterol içeren yiyeceklerden uzak durun. Mümkün olduğunca yağsız yemeği tercih edin.  Sebze, meyve, beyaz et ve lifli gıdaları tüketmeye özen gösterilin.
Şeker vücutta yağa dönüştürüldüğü için karbonhidrat ve seker tüketiminizi mümkün olduğu kadar azaltın.  Karaciğerin yükünü doğal besinler tercih ederek azaltın. Düzeli olarak spor yapın ve spor yapmayı yaşamınızın bir parçası haline getirin.
Mutlaka kilo verin.  Alkol tüketmeyin. Karaciğer yağlanmasını azaltmanın yollarından biri antioksidan tedavisidir. Bu sebeple E vitamini, betaine, N-asetil sistein ve benzeri antioksidanlar kullanın. Paracetamol, kortizon, tetrasiklin gibi karaciğere zararlı ilaçları doktor kontrolünde kullanın.
Karaciğer yetmezliği terimi 1970 yılında Trey ve Davidson tarafından hastalığın başlamasından itibaren 8 hafta içinde gelişen hepatik ensefalopati ile karakterize karaciğer yermezliği için kullanılmıştır. İlk semptomlardan sonra 8-26. haftada otaya çıkan hepatik ensefalopatiyi ise subfulminan karaciğer yetmezliği olarak tanımlamışlardır. Hôpital Beaujon'dan Bernuau ve arkadaşları ise klasifikasyonu sarılık ile ensefalopati arasındaki süreye göre yapmış ve 2 haftaya kadar olan süreyi fulminan, 2 hafta ile 3 ay arasındaki süreleri ise subfulminan karaciğer yetmezliği olarak tanımlamışlardır. Buna karşılık King's College Hospital�den Gimson ve arkadaşları, Trey ve Davidson gibi semptomlarla ensefalopati arasındaki zamana göre sınıflama yapmış ve 7 güne kadar olan süreleri hiperakut, 8-28 gün arasındaki süreleri akut ve 5-12 hafta arasındaki süreleri ise subakut karaciğer yetmezliği olarak tanımlamışlardır. Daha sonra, fulminan karaciğer yetmezliği, 1993 yılında O'Grady ve arkadaşları tarafından, karaciğer hastalığı ile ilgili semptomların, özellikle sarılığın ortaya çıkması ile komanın gelişmesi arasında geçen süreye göre sınıflandırılmıştır. Sarılıkla komanın gelişmesi arasındaki süre 1 hafta ise hiperakut, 2-4 hafta ise akut ve 5-12 hafta ise subakut yetmezlik olarak tanımlanmıştır. "Akut karaciğer yetmezliği" terimi ise tüm bu klinik durumları içine alan geniş bir tanımlamadır. Fulminan ile subfulminan karaciğer yetmezliği arasındaki ayrım klinik açıdan oldukça önemlidir. Zira eğer sarılıkla komanın gelişmesi arasındaki süre kısa ise bu hastalarda mortalite oranı daha düşüktür.

KEMİK ERİMESİ

Osteoporoz, kemik kütlesinin azalmasıdır. Özellikle kadınlarda menopozdan sonra görülür. Bunun nedeni menopozdan sonra kadınlık hormonunun azalmasıdır.
Kemik erimesi, başlangıçta hiçbir belirti vermeyebilir. Ancak ilerlediği zaman, bel ve sırt ağrıları, kamburlaşma görülür.
Kemik erimesinin en önemli sonucu, en ufak bir darbede kırıkların görülmesidir. Osteoporoz sonucu kırılan kemiklerin kaynaması da güç olur. Bazen bu kırıklar yaşamsal tehlikeye yol açabilir.
Kemik erimeniz olup olmadığını anlamak için, bir doktorun önerisi ile “Kemik Dansitometrisi” denilen ölçümü yaptırmanız gerekmektedir.
Kemik erimesi en sık kimlerde görülür
Üçten fazla doğum yapanlar
Süt, yoğurt, peynir gibi besinleri az tüketenler
Açık renk göz, ten ve saçı olanlar
Ufak tefek ince yapılı kadınlar
Ailesinde kemik erimesi olan kimse bulunanlar
Çok fazla kahve ve kolalı içecek tüketenler
Hareketsiz bir yaşam sürenler
Sigara ve alkol kullananlar
Kırmızı eti fazla tüketenler 
Belirtileri
Bel ve sırt ağrısı
Boyda kısalma, omurgada kırık
Sırtta kaburlaşma, omuzlarda yuvarlaklaşma
El bileğinde kırık
Kaburga kırıkları
Kalça kemiğinde kırık
Hastalığın önüne geçmek için bol sebze ve süt ürünleri tüketilmesi gereklidir.Peynir, lor, yoğurt, süt ve bol sebze sofradan eksik edilmemelidir. Günde 15-20 dakika mutlak surette güneşte kalınmalı ve egzersiz yapılmalıdır. Egzersiz günde en azından yarım saat tempolu yürüyüş şeklinde olabilir.
Osteoporozda tanı kemik mineral yoğunluğu ölçümü ile konur. Osteoporozun tipini belirlemek için bununla birlikte kan biyokimya değerleri araştırılmalıdır.
Erken tanı konması son derece önemlidir !!!
Tedavide
1.Yaşam tarzında değişiklikler yaparak düşmeyi azaltacak önlemler almak,
2.Doktorunuzca önerilen egzersiz programlarını uygulamaya çalışmak,
3.Beslenme şeklinizi önerilen şekilde düzenlemek,
4.İlaçlarınızı düzenli kullanmak ve yine düzenli doktor kontrolüne gitmek,
5.Osteoporozun önlenebilen ve tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu bilmek gerekmektedir.
Osteoporoz hangi kemikleri etkiler?
Osteoporoz en sık vücudun yükünü taşıyan ve trabeküler yapıda olan omurları etkiler. Tüm osteoporoz olgularının %47'si omurlarda, %20'si kalçada (uyluk kemiğinin baş kısmında), %13'ü bileklerde ve %20'si diğer kemiklerde görülür.
Bunun sonucunda özellikle ileri yaşlarda omurlardaki çökme kırıklarına bağlı olarak boyda kısalma olabileceği gibi (bir kadının ileri yaşlarda boyu 15-20 cm'ye kadar kısalabilir!), hafif düşmeler sonucunda ya da kendiliğinden, başta kalçada olmak üzere diğer kemiklerde hayatı tehdid eden kırıklar meydana gelebilir.
Erkeklerde Kemik Erimesi
Birçok kişi kemik erimesinin menapoz sonrası kemik zayıflaması şeklinde ortaya çıkan kadın hastalığı olduğunu düşünür.Oysa kadınlara göre daha geç başlasa da milyonlarca erkekte de kemik erimesi görülmektedir.
Tıpta osteoporoz ismiyle bilinen kemik erimesi hastalığı kemiklerin yoğunluğunun azalarak kırılgan hale gelmelerine ve kemik kalitesinin azalmasına neden olur.
Kemik erimesini teşhis etmenin en iyi yolu ise kemikteki mineral yoğunluğunun radyolojik olarak ölçülmesidir.Bu ölçüm sonucunda ortaya çıkan  hafif mineral azalmasına osteopeni denir;mineral seviyesindeki ciddi azalma ise kemik erimesini (Osteoporoz) gösterir.
Kemik erimesinin en büyük riski omurga ve kalçada ortaya çıkan kırıklardır.

KİLO KAYBI

Hastalarda kilo kaybı olabilmesi için alınan ve harcanan enerji arasında dengenin bozulması gerekmektedir. KOAH’lı hastalar için kilo kaybına yol açan nedenler belirtilmiştir.
Kullanılan enerjinin artması
a-İstirahatte harcanan enerjinin artması: Sağlıklı bireylerde solunum için harcanan enerji istirahatte kullanılan enerjinin (İKE) % 2-3 kadarıdır. Sağlıklı bireylerde yaklaşık 36-72 kcal/gün enerji gerekirken KOAH’lılarda 430-700kcal/gün enerji solunum için kullanılmaktadır (7). KOAH’lı hastalarda İKE’nin % 15-25’e kadar arttığı gösterilmiştir (8).
b-Diyete bağlı termogenezde artış: Diyete bağlı termogenez dendiğinde; besinlerin absorbsiyonu, sindirimi ve metabolize edilebilmesi için gerekli olan enerji anlaşılmaktadır. Literatürde çelişkili sonuçlar olmakla beraber kilo kaybına yol açan sebepler arasında bu da düşünülmelidir (9-10).
c-Kullanılan ilaçlar: Özellikle beta 2 agonistler ve teofilin enerji tüketimini etkileyebilirler. Gönüllüler üzerinde yapılan bir çalışmada ölçülü doz inhaler kullanılarak verilen 800 mikrogram salbutomol % 16 oranında oksijen tüketimine yol açmaktadır (11). Teofilin akut dönemde katekolaminlerin inaktivasyonunu önlediği için termojeniktir. Kronik teofilin kullanımı kilo kaybına katkıda bulunabilir (12) ancak bu konu da çok net değildir.
d-Sitokinler: Özellikle tümör nekrozis faktor-alfa düzeyinin kilo kaybı olan hastalarda arttığını gösteren çalışmalar vardır (7,13).
Enerji alımının azalması
a-İştah azalması: Kronik hipoksemiye bağlı olarak postprandiyal dispne sıktır. Bu da hastalarda yemek yeme isteğini azaltmaktadır. Hastalığın ciddiyeti arttıkça alınan enerji miktarı azalmaktadır (14).
b-Besinlerin emiliminde azalma: Bağırsaklarda kronik hipoksemiye bağlı olarak yiyeceklerin absorbsiyonu azalmıştır.
c-Gastrointestinal yakınmalar: KOAH’lı hastaların % 20-25’inde peptik ülser vardır (6). Kullanılan ilaçlar yan etki olarak gastrik irritasyon yapabilirler.
ZAYIFLIK
Şişmanlık özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir problemdir ve hemen tüm yazılı ve görsel maedya araçları zaman zaman insanların zayıflamasına yarsımcı olacağını iddia ettikleri yöntemlerden ve diyetlerden bahsederler.
Ancak ne yazık ki toplumun az bir kısmını ilgilendiren zayıflık problemi konusunda yeterli çaba harcanmamaktadır. Bununla birlikte zayıf insanların sağlıklı bir şekilde kilo almaları sanıldığı kadar kolay bir olay da değildir.
Bol miktarda kızartma, hamurişi, tatlı gibi bol kalorili şeyleri günboyu yiyerek sağlıklı bir şekilde kilo alamazsınız, tüm temel besin maddelerinden yeterli ve dengeli düzeyde almanız gerekir.
Sebze ve meyvelerden her gün 5 porsiyon yememiz gerekir. Bunlar doğal olmalıdır, yani dondurulmuş veya konserve olmamalıdır. Sebze ve meyvelerde bulunan antioksidanlar sizi hayat boyu bir çok rahatsızlıktan ve kanserden koruyacaktır.
Süt ve süt ürünleri, özellikle kalsiyum, protein ve vitamin açısından son derece zengin besinlerdir; bunun yanı sıra süt içerek aldığınız kalori miktarını en kolay şekilde arttırabilirsiniz. Eğer sütü sevmiyorum diyorsanız içerisine bir kaşık meyve püresi, meyveli yoğurt gibi şeyler katın. Eğer bol miktarda süt içmeye karar verdi iseniz, az yağlı sütü tercih edin aksi taktirde vücuttaki yağ dengeniz bozulabilir. Süt ürünlerinde de özellikle az yağlı peyniri bol miktarda tüketebilirsiniz.
Kanınızla ilgili her hangi bir problem yaşamamak için her gün iki porsiyon et (kırmızı, balık, tavuk) tüketin. Et demir içeriği açısından en zengin besindir. Ancak iki porsiyondan daha fazla et tüketmeyin. Et yerine yumurta, kuru baklagiller yiyebilirsiniz. Ancak salam, sosis, sucuk, hamburger gibi yağlı ve bol kalorili yiyecekleri en az düzeyde tüketin.
Ara öğünleriniz olsun, bu kilo almanıza yardımcı olur. Ancak yine bu öğünlerde bol kalorili, yağlı ve şekerli yiyecekleri az yüketin.
Belki de en önemlileri; öğün atlamayın, iştahlı ve göz zevkinize hitap edecek şekilde yiyeceklerinizi hazırlayın, yerken zevk almaya çalışın ve DÜZENLİ OLARAK EGZERSİZ YAPIN.

Kilo almanıza yardım edecek ipuçlar
1) yiyeceklerinizi seçerken bol kalorili olmalarına dikkat edin.
2) Günde 4-6 öğün yemek yiyin (hepsi de bol kalorili)
3) Bol karbonhidrat ve protein alın. Ancak unutmayın kalorinizin çoğunluğunu daima karbonhidratlar oluşturmalıdır, proteinler değil.
4) Su için. Şişmanlara sorun, su içsek yarıyor diyeceklerdir, gerçekten de su esinlerin kullanılabilmesi için teml bir besin maddesidir ve kilo kazanmak istiyorsanız bol miktarda içmelisiniz.
5) Geceleri yatmadan 2-3 saat önce yemek yiyin. Böylece kaloriniz az harcanacaktır.
6) Yo-Yo diyeti uygulayın. Bu en iyi kilo alma yöntemlerinden birisidir. 4 gün boyunca yüksek kalorili bir diyet yapın, sonra 3 gün süresince daha çok kalori içeren yiyecekler yiyin. Bu durum zayıflamak isteyen şişmanların başına sık sık gelen bir durumdur. Zayıflamak için diyet uygularlarken, birden kendilerini kaybedip daha çok yemeye başlarlar, ancak siz bunu bilinçli yapacaksınız.
7) Biraz daha fazla sodyum alın. Bu vücudunuzun suyu tutmasını sağlayacaktır. Bu durum da zamanla kas mikarınızın artmasına neden olacaktır.
8) Kırmızı et diğer etlere göre daha fazla kilo almanıza neden olur. Ancak bunu sürekli olarak tüketmeyin, arada başka protein kaynakları da tüketin.
9) Protein ve aminoasit içeren içecekler için, bunlar eczanelerden bulunulabilir. Ayrıca bu amaçla sütün içerisine blendırda parçalnmış hurma koyarak iebilirsiniz.
10) Yiyin ve istirahat edin.

İSHAL

üm dünyadaki ölüm nedenlerine bakıldığında ishaller ikinci sırada yer almaktadır. Gelişmemiş ülkelerde ise en sık ölüm nedenleri arasındadır. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da her yıl 4,600,000-6,000,000 çocuğun ölümüne yol açmaktadır. İshal en ağır biçimde çocuk ve yaşlıları etkilemekte. Ülkemizdeki 1-5 yaş arasındaki çocuk ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer almaktadır. Kişide ishalin ortaya çıkmasına neden olan çeşitli etmenler bulunmaktadır. En önemlisi çevreye ait olan etmenlerdir. Yoksulluk, kalabalık ve sağlıksız evlerde yaşama, kanalizasyon sorununun çözülememiş olması, temiz su eldesindeki güçlükler, gıda yetersizliği ve gıdaların sağlıksız olması v.b. olumsuzluklar ishalin nedenlerinden sayılabilir. Kişinin yaşına bağlı olarak ishale neden olan parazit yada bakterinin etkinliği değişir. Bazı etmenler çocuklarda bazıları da yetişkinlerde etkili olmaktadır. Kişisel hijyenin yeterli olmaması da ishal oluşumunu etkiler.
 Bağırsak enfeksiyonu olup olamayacağı öncelikle alınan etkenlerin sayısı belirler. Etkenlerin hemen hemen tamamı ağız yolu ile alınır. Bulaşmada çoğunlukla dışkı ağız yolu iledir. Suların temiz olması ve dağıtım sisteminin yeterli olması yayılımı büyük oranda azaltır. İshale neden olan etkenler genellikle midenin asitli ortamında yok olurlar ve bağırsaklara ulaşamadıkları için ishale neden olamazlar. Ancak mide asit ortamını azaltan anti-asitlerin kullanımı bu etmenlere duyarlılığı arttırır. Bağırsak hareketliliğinin normal olması da ishal oluşumunu etkileyen bir faktördür. Normal hareketlilik bağırsakta bakterilerin birikmesini engelleyerek ishal oluşumunu engeller. Bağırsaklarda normal şartlarda bakteriler bulunmakta ve bu bakteriler insan vücudunda herhangi bir hastalığa neden olmamaktadır bu bakteriler bağırsak florası diye adlandırılır. Ancak antibiyotik kullanımı sonucu bağırsak florasında azalma olursa diğer patojen yani ishal yapıcı bakterilerin çoğalmasına neden olur ve böylelikle hastalık ortaya çıkar. Bağırsağın kendine ait savunma sistemleri mevcuttur. Bazı hastalılarda bu savunma sistemleri ortadan kalktığından ishal oluşumu kaçınılmaz olur.
Bulaşma yolları
Deri yolu ile bulaşan parazitleri bir tarafa bırakacak olursak, çoğu enfeksiyoz ishaller etkenlerin ağız yoluyla alınması sonucu edinilir. Dışkı-ağız yoluyla bulaşma su, gıda veya kişiden kişiye dokunma yoluyla olmaktadır. Yayılım şekli her etmende farklılıklar göstermektedir.
Etkenler
Akut ishale yol açan bir çok enfeksiyöz ve enfeksiyöz olmayan etmenler vardır. Bununla birlikte akut ishal olgularının çoğundan enfeksiyöz etkenler sorumludurlar. Bakteriler, virüsler, mantar ve parazitler ishale neden olabilmektedir.
Belirtiler
İshali tanımı halen tartışmalı bir konudur. İshal klinik olarak 24 saat içinde normal şeklini kaybetmiş, 3 veya daha fazla sayıda dışkılama olarak tanımlanabilir. Bu tanımlamanın dışında dışkı miktarı ?200 gr/gün ve dışkı suyunun ?%80 ölçümlerine göre daha objektif tanımlamalarda söz konusudur. Fakat pratikte bu ölçümlere çık nadir başvurulmaktadır. İki haftayı aşmayan ishaller akut, aşanlar ise kronik ishal olarak tanımlanabilir. Akut ishallerin nedeni genellikle enfeksiyöz ajanlardır. İshalle ishalle ilgili başkaca tanımlamalar da yapılmaktadır.
Gastroenterit; bulantı, kusma, ishal ve karın ağrısı gibi yakınmalarla seyreden mide ve ince bağırsağın birlikte tutulduğu klinik tablodur.
Enterekolit; genellikle bulantı ve kusmanın etki etmediği, ateş, karın ağrısı ve ishal gibi yakınmalarla seyreden ince ve kalın bağırsakların birlikte tutulduğu klinik tablodur.
Dizanteri sendromu; kramp biçiminde karın ağrısı, kanlı-mukuslu-tenezimli sık ve az miktarda dışkalamayla seyreden klinik tablodur.
İnce bağırsak tipi ishal; bol ve sulu dışkılamadır.
Kalın bağırsak tipi ishal; az miktarda sık sık dışkılamadır.
Tenezim; sık sık ağrılı dışkılama ve yetersiz dışkılama hissidir.
Besinlerde bulunan bakteri toksinlerinin alınmasıyla oluşan gastroenteritlerde kuluçka süresi kısa (1-6 saat, 6-24 saat), dışkı ile bulaşık suların içilmesi veya bu sular ile yıkanmış gıdaların iyi pişirilmeden yenilmesi ile dışkı-ağız yoluyla bulaşan gastroenteritlerin etkenlerinde kuluçka süresi ortalama 3 gündür. Dışkı sayısının çok sayıda (?10/gün) olması akla kalın bağırsak tutulumunu getirmelidir. Sekretuvar ishallerde dışkı sulu, fazla miktarda, renksiz veya beyaz renklidir. Dizanterik olanlarda ise dışkının miktarı azdır ve kan, müküs, ve püy içermektedir. İshale eşlik eden karın ağrısının özellikleri klinik olarak önemli ipuçları verebilir. Karın ağrısı tutulumu mideden aşağı inildikçe ve bağırsak yayılımı varlığında artmaktadır. Bazı ishal tiplerinde bu ağrı göbek çevresinde veya sağ alt tarafta ve aralıklı olarak gelip kramp tarzında olurken, bazı tiplerde yine karın alt tarafında devamlı tenezimle birlikte olabilir. Bol sulu ishallerde ateş sık görülmezken bakterilerin oluşturduğu çoğu ishallerde ateş görülebilir.
Tedavi
İshallerde en önemli konu ve kısa zamanda önlem alınması gereken konu su kaybıdır. İshalle birlikte vücut su kaybına uğramaktadır. Özellikle bu durum çocuklarda çok tehlikeli duruma varabilmektedir. Tedavide de ilk yapılması gereken kişideki su kaybını değerlendirerek, su kaybının yerine konmasıdır. Özellikle geçmişten kalan bir inançla ishalli kişiler su alınımı azaltarak ishalin azalacağı kanısıdır. Bu yanlış davranışın önlenmesi ve aksine kişiye bol sıvı verilmesinin sağlanması lazım. Bu kaybedilen sıvı ile birlikte vücut çeşitli mineraller de kaybetmekte bunların yerine konulması içinde tedavi oluşturulmalırdır. Bu amaçla ORS (Oral Rehidratasyon Sıvıları) kullanılabilir. ORS evde de kolaylıkla hazırlanabilir. Evde 1 litre suya, 1 çay kaşığı tuz, 8 çay kaşığı şeker, bir fincan portakal suyu veya 2 muz ilave edilebilir. Eğer su kaybı ciddi boyutlarda ise hastane şartlarında damar içi sıvı verilmesi uygulanabilir. Hastalar süt ürünleri, alkol, kafein ve karbonatlı içeceklerden uzak durmalıdır. Antibiyotik kullanımı hastaların %10’unda işe yarabilir. Ama bazı ishal vakalarında antibiyotik kullanımı gerekmemektedir. Ancak en iyi tedavi şeklinin belirlenmesi için doktora başvurmak gerekmektedir.

MENEPOZ

Menopoz dönemi kadın hayatının evrelerinden biridir ve doğal bir sürecin sonucudur. Toplumumuzda ise yaygın bir kanı olarak menopoz dönemi yaşlılık döneminin başlangıcı olarak görülmektedir. Ortalama insan ömrünün 80'li yaşların üzerine çıkma eğilimi göz önünde bulundurulduğunda menopoz döneminin aslında insan hayatının önemli bir kısmını kapsadığı farkedilir.
Menopoz Latince'de meno ve pause kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş ve "adet kanamalarının durması" anlamına gelen menopause kelimesinin dilimize uyarlanmasıyla oluşturulmuş bir kelimedir.
Adından da anlaşılacağı üzere menopoz, kadının düzenli adet kanamalarının ortadan kalktığı dönemi ifade eder ve kadının çağlarından birini oluşturur.
Kadının Adet Kanamaları Neden Kesilir?
Adet kanaması, adet döngüsünün seyrinde her ay muhtemel bir gebelik için hazırlık yapan rahim iç tabakasının gebelik oluşmaması durumunda "tazelenmesi" için kanamayla dışarı atılmasından ibaret bir süreçtir.
Yumurtalıklarda her adet döngüsünde bir yumurta hücresi olgunlaşma sürecine girerek östrojen hormonu salgılamaya başlar ve bu hormonun etkisiyle rahim iç tabakası kalınlaşır. Yumurta hücresi belli bir olgunluğa ulaştığında yumurtlama meydana gelir. Yumurtlama sonrasında devreye giren progesteron hormonunun etkisiyle rahim iç tabakası gebelik oluşumuna elverişli hale getirilir.
Bir kız çocuğu her iki yumurtalığında belli sayıda yumurta hücreleriyle dünyaya gelir. Bu hücre topluluğu kolay anlaşabilmesi açısından "yumurtalık havuzu" olarak tabir edilebilir.
Rahim içi yaşamda havuzdaki yumurta hücre sayısı yaklaşık 6-7 milyon iken doğumda 1-2 milyona iner. Ergenlik dönemine gelindiğinde yumurtalıklardaki toplam yumurta hücresi sayısı 300-400 bine inmiştir. Sayının bu şekilde azalmasının nedeni tam olarak bilinmemekle beraber muhtemelen genetik özellikleri en uygun olan, yani en kaliteli olan yumurta hücreleri sağ kalmakta, diğerleri kullanılmamak üzere bertaraf edilmektedir. Böylece yumurta hücresinin döllenmesiyle oluşacak yeni neslin genetik açıdan mükemmel olmasının sağlanması amaçlanmaktadır.
Yumurta hücre sayısındaki azalma üreme çağında da devam eder ve bir kadında tüm üreme çağı boyunca yaklaşık 400 civarında yumurta hücresi yumurtlamada kullanılmak üzere seçilir ve kullanılır.
Yumurtalık havuzunda yumurta hücreleri tümüyle tükendiğinde yumurtlama durur ve östrojen ve progesteron hormonları salgılanamayacağından rahim iç tabakasının yenilenme süreci de biter. Böylece adet kanamaları da ortadan kalkar ve menopoz dönemi başlar.
Rahimi alınmış bir kadın menopoza girmiş kabul edilir mi?
Rahimin bazı nedenlerle üreme döneminde ameliyatla çıkarılması gerekebilir. Rahim alındığı anda adet kanamaları kesilir. Burada adet kanamasının durmasının nedeni rahimle birlikte rahim iç tabakasının da çıkarılmış olması, yani adet kanamasında kanayan dokunun da alınmış olmasıdır. Halbuki tıbbi anlamda menopoz, yumurtalıklardan östrojen ve progesteron hormonu salgısının durmasıdır. Rahim alınması esnasında yumurtalıklar bırakılmışsa (40-45 yaşından önce yapılan ameliyatlarda sağlam ise yumurtalıkların yerinde bırakılması tercih edilir) hormon salgısı devam eder. Burada yalnızca adet kanaması belirtisi kaybolmuş olup hormon eksikliği belirtileri kadının yumurta hücreleri tükenene kadar ortaya çıkmaz.
Rahimi genç yaşta alınmış bir kadının menopoza girdiği zamansal nokta böyle bir durumda ancak kadının aşağıda anlatılacak menopoz belirtilerini yaşamaya başlamasıyla veya bazı muayene ve laboratuvar bulgularına dayanılarak belirlenebilir.
Menopoz döneminde cilt değişiklikleri
Vücudumuzun her kısmını örten cildin sağlamlılığını ve elastikiyetini veren en önemli madde cildin yapısında bulunan kollajen adlı bağdokusudur. Son bilimsel veriler kadında östrojen hormonunun cildin kollajen içeriğini korumada da önemli olduğunu göstermektedir.
Cilt kırışıklıkları kalıtsal özelliklere bağlı olarak kişiden kişiye oldukça değişken olabilir. Yine cildin östrojen hormonundan yoksun kalma derecesi de cilt kırışıklıklarının yoğunluğunu etkileyebilir.
Elbette östrojen hormonu tedavisi kırışıksız bir cilt vaat edemez. Ancak bazı çalışmalar östrojen tedavisi alan kadınlarda cilt kırışıklığının daha az görüldüğünü göstermektedir.
Cilt kırışıklıklarının en iyi dostlarından biri sigaradır. Sigara kullanan kadınlarda cilt kırışıklıkları sigara içmeyenlere göre belirgin olarak daha fazladır.